tatlı bir hayale dalmak istedim
abdesti tunadan almak istedim
çin seddinde namazı kılmak istedim
köyümdekicamimden ettiler.
tatlı bir hayale dalmak istedim
abdesti tunadan almak istedim
çin seddinde namazı kılmak istedim
köyümdekicamimden ettiler.
Maziye bir bakıver" Geçmişimiz, Geleceğimizin Teminatıdır... Canlara Selam Olsun.— sevdimi vermediler, AŞKIMI MAZİYE KALBİMİ DENİZE DÖKTÜM
Öyle kalsın istedim temiz, saf.
Büyüyen duygularım...
Çocuk kalsın istedim biraz.
Büyümek istemedim
Büyüsede bünyem.
İşi ağırdan alıp,
Gönlümü hiç kırmadım.
Yakışıyor mu diyenler çok,
Varsın olsun...
Yaşımın adamı değilim evet
Birdirbir oynuyorum.
Büyümeyen adamım.
Sapan atıp cam kıran
Yaramaz çocuk
Ve temiz kalacağım.
Oturmadı resmin orta yerine siluetin, bir türlü yerleşemedin, yer bulamadın hayatın fırçasında, kendini şu tabloda renklendiremedin.
Alışkanlıkların ağır bastı, düzen sevgin belki, belki sadece korktun. Tüm şikayetine rağmen, bulunduğun toprakta kök saldığın için yaşıyordun.
Kim sana başka bir bahçede yer gösterse, korkup kaçıyordun. Kendi bahçende dev gibiydin, yanında ezik kalıyordu sümbülle gül. Oysa başkasının ormanında sen de sümbül kadar korunmasız ve çaresizdin.
Dilin kanıyordu bazen, konuşamadıklarını kusuyordu bedenin. O yüzden şimdi hastalandın belki, içine çekip sindiremediğin tüm sevgilerin acısını alır gibi, oksijeni az bulup hastalandı ciğerlerin.
Seni düşünmediğimi sanıyorsun, yanılıyorsun. Düşünmüyorum sadece, üstelik takipteyim. Hangi bahardasın, hangi yazdasın, nerede ne yapmaktasın, bilirim.
Hep kendine döndüğün için, hep kendini çizdiğin için, hep aynı yerde kaldığın için yakınında değilim. Baktım hayat kaçıyor senin peşinde dolanırken, baktım sen hep bıraktığım yerde sendelemektesin; vazgeçtim!
Yine de bir gündüz düşünde aklımın orta yerine saplanıyor gözlerin. Biraz senden, biraz benden kalanla süsleniyor tebessümlerim.
Yine de başı ve sonu iyi giden bir hikayenin orta yerinde sen ve ben, gereksiz bir detay gibiydik. Ne yan yana iyi duruyorduk, ne ayrıyken keyifliydik.
Sen bir gündüz vakti hayatıma girdiğin gibi gittin. Ben seni hiç terk etmedim aslında, haberin olmadı ama hep uzaktan izledim.
Gece olunca, karanlık çökünce ellerimin üstüne; ben başka düşlerle uykuya daldım, sen başka bir tenin kokusunu içine çektin. Sevdiysek de, bir hikayenin kahramanları olmayı beceremedik.
Bir gündüz vaktiydi düştün aklıma ve hiç içimde olmayan bir düşe karıştı gözlerin. Tuhaf aslında çünkü bu hikayenin başı belliydi, sonunu birileri tahmin edebilirdi, bir tek sen kendine yer edinemedin…
Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte,
yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden... Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklarda
yıldızlarla konuşan... Mutluydum rüzgarla birlikte
maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken,
mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken...
Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları
yeryüzünde... Hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin
peşinde... Bazen bir kuşun kanadına karışır,
uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte.
Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana... Göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. Ama
yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları
daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında... Sığınırken bir kaya
kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce...
Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için...Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim... Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. Koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. Yaşamı hissedebilmek için... Yaşam olabilmek için...
Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... Sıcaktı toprak, gökyüzünün
olamadığı kadar... Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...
Sevdim onu... Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...Toprağın
derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim... Zaman
geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... Yerimde duramaz hale geldim...
Güneşi özledim... Yıldızlara merhaba demek istedim.... Terk ettim
toprağı. Sıcaklığını, şefkatini. Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü
gördüm yeniden... Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür...
Aktım, gittikçe büyüyerek... Beni sarmalayan toprağa dokunarak
aktım... Nereye gittiğimi bilemeden... Sadece yaşamı ögrenebilmek
için aktım... Benimle çiçekler açtı ağaçlarda, topraktan otlar fışkırdı
delicesine... Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana
yaşam nedir diye sorduğumda... Büyümek istedim... Daha hızlı
akmak, denize kavuşmak istedim... Aktım gökyüzünün görünmediği
ıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları
peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına ... Başakların rüzgârla dans
ettiği ovalara geldiğimde duruldum... Onları seyredebilmek için
yavaşladım... Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı... Rüzgarla dans
mı diye?.. Cevap vermediler bana... Denizi aradım uzaklarda,
görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce dokunabilmek için.
Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken
dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm... Gördüm orada canlılığı,
başkaldırmışlığı, hasreti... Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak
istedim... Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi... Sevişmek
istedim onunla... Yaşamı istedim ondan... Dokunduğumda denize,
balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize... Bir oldum onunla...
Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum,
okyanus oldum. Kapladım dünyayı canlılığımla. Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım... Derinliğin sessizliğinde güzellikleri
buldum... Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize?
Cevap alamadım... İnsan olmak istedim... Yaşamın ne olduğunu
öğrenirim diye...Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda...
Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle... Büyümeye başladım
içinde olduğum insana fark ettirmeden... Büyüdüm, büyüdüm...
Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur
verdi... Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim... Güneşe
sarılmak istedim... Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim...
Yaşamı insanlara sormak istedim... Işıkla tekrar kavuştuğumda
özgürlüğümü hissettim yeniden... Küçük bir su damlasıyken
gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi...
Büyüdüm zamanla... Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte...
Sordum insanlara yaşam nedir diye?.. Cevap veremediler...
Bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime...
Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak,
bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini...
O zaman anladım ki; YAŞAM SEVGİDİR...
SADECE SEVGİ.
Zamanımızı çalmadan!..
Chicago'da üretilen Schwinn bisikletleri, her çocuğun rüyasını süslerdi. 1895 yılında, bir Alman göçmen Ignaz Schwinn
tarafından üretilen bisikletlerin çoğu da çocukların hayallerinde kalırdı. Son derece pahalı bu bisikletleri yoksul ailelerin oturduğu semtlerin sokaklarında görmek olanaksızdı.
1942 yılının 17 Ocak günü, tabelacı Marsellus'un bir oğlu gelir dünyaya. Çocuğa Cassius adı koyulur. Marsellus kılı kırk yararak kazanmaktadır geçim parasını. Çok geçmeden, Schwinn bisikletleri Cassius'un da hayal dünyasındaki tahtına oturur. Tabelacı Marsellus, 12 yaşına giren oğluna aldığı armağan ile evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde, çocuklar da ardına takılır. Çünkü, Cassius'un armağanı bir Schwinn bisikletidir! Kentucky'de, yoksulların yaşadığı semtte bir Schwinn bisikletinin ömrü çok olamaz! Cassius'u karakolda gözyaşları içinde görürüz! Bisikletinin çalındığını anlattığı polis memuru Joe Martin'e şunları söyler, hıçkırıklara boğularak: "Eğer o hırsızı yakalarsam kimse elimden alamayacak. Onu sabaha kadar kırbaçlayacağım!" Polis memuru Martin çocuğun cüssesinden etkilenerek,
çocuğun hayatını değiştirecek bir teklif sunar: "Bak evlat, benim bir boks salonum var. Oraya git ve boks öğren. Hırsızı yakalayınca da kırbaçlamak yerine bir güzel pataklarsın."
Bu sözler bir geleceği şekillendirmiştir...
1960'da, Roma Olimpiyatları'na katılacak ABD boks takımı seçmelerinde görürüz, 18 yaşındaki Cassius'u. Olimpiyat takımına seçilse de buna sevinemez. Çünkü, Cassius uçaktan çok ama çok korkmaktadır. Hayatının bu en önemli spor organizasyonuna katılmak istese de uçak korkusu onu nakavt eder ve takımdan çekilir. Ne var ki, onun dünyanın en iyi boksörü olacağına inanan antrenörleri sabah akşam dil dökerler kapısında. Sonunda Cassius, uçağa binmeye ikna edilir. Ama bir şartı vardır!.. ABD boks takımını Roma'ya götüren uçakta tüm sporcuları koltuklarını arkaya yatırmış görürüz. İçlerinde biri var ki uçağa bindiği ilk andaki gibi dimdik oturmakta ve kaskatı kesilmiş şekilde ileriye bakmaktadır. Şartı gerçekleşen Cassius'tur elbette bu yolcunun adı. Genç boksörün sırtında uçağa binmek için ortaya sürdüğü şart, yani paraşüt takılıdır!
Roma'dan altın madalyayla dönen Cassius, 1964'te hayatının en önemli maçlarından birine daha çıkar. Rakibi, Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu Sony Liston'dur. Bu maçı da kazanan Cassius Clay, 1975'te Müslüman olmaya karar verir ve adını
"Muhammet Ali" olarak değiştirir!..
Şaşırdınız değil mi?
Bir Amerikan askeri olarak Vietnam'a gitmeye karşı çıkan Muhammet Ali'nin elinden unvanı alınarak hapse atıldığında yer yerinden oynar. Protestolar karşısında çaresiz kalan Amerika, geri adım atmak
zorunda kalır. Bu olay, dünya barışı adına Muhammet Ali'nin kazandığı en önemli maçtır. Ne yazık ki, onun bu tavrını Amerika'nın Irak işgali sırasında anımsayan çok azdır...
Düşündüğümüz zaman, Kentucky'nin bir kenar semtinden Schwinn marka o bisikleti çalan
hırsız, 12 yaşındaki Cassius'a dünya ağır siklet boks şampiyonluğunun yolunu açtığını elbette bilemezdi. Günümüzde yapılan hırsızlıklar, kimleri, nerelere taşıyor dersiniz!?
Zamanınızı çalmadığıma inanarak son sözü hırsızların en büyüğü Al Capon'a veriyorum: "Çocukluğumda Tanrı'ya her gece bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Baktım böyle olmuyor, ben de tuttum bir bisiklet çaldım ve geceleri Tanrı'ya beni affetmesi için dua etmeye başladım!"
Sevgiyle kalın...
Sunay AKIN
Gardaşım bu iman oldukça sende,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Evel Allah, sonra senin sayende,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Allah`a kılınçlık yapmış bir ırkın,
Bu dâvâ son şansı Müslüman-Türkün.
Ey felek; tersine dönsede çarkın,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Duysun yedi iklim, duysun dört köşe!
Bu imandır ziyâ veren güneşe,
Bu imân kuzgunu kondurmaz leşe,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Fıransa, Belçika, Hollanda, oy… oy…
Avusturya`yı da üzerine koy,
Ülkü çiçekleri yetişmiş boy boy,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Almanya`yı nakış nakış işlemiş,
İsviçre`yi git gör hep karışlamış,
Bir haber var Libya`da da başlamış,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Avusturalya`da, İngiltere`de,
Türk`ün bulunduğu her bir yörede,
Sökülmez kök saldı bütün kürede,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Kim demiş ki dünya büyük yetmiyor,
Dünya artık bu dâvâya yetmiyor,
Vallahi üstüne güneş batmıyor,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Beş kıtada kaç bin ocak tütüyor,
Kim bilir kaç milyon nabız atıyor,
Çünkü temelinde nabız yatıyor,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Ülküdaşım; hicret denen göç budur.
Bu dâvâ ki devlet budur, tac budur.
Bizi böyle birleştiren güç budur.
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Küfür gıyabetinde, küfür kastında,
Susma gardaş, ne kazandın sustun da?
Evliyalar duası var üstünde,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Türkiye de bu dâvâyı görmemiş
Köy kaldı mı hangi köye girmemiş?
Bir vilâyet varmı şehit vermemiş?
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Anadolu adlı bahçeye varsan.
Şehit çıkar şehit toprağı yarsan.
Şehit kanı damlar bir yaprak kırsan,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Vatanında mahkûm edilse bile,
Çok kalmadı Muhammedî menzile.
Bunda da hayır var hele dur hele…
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Biz zindana evveldende düşerdik,
Tabutluktan çıktık? Mamağa girdik.
Güneş görmez zindanlarda yeşerdik,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Ülküdaşım hiç canını sıkma sen!
Elem çekme, gam, kasefet çekme sen!
Kara kara bulutlara bakma sen,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Zaten hep hilâlin kaderi budur.
Arada önünde bulutlar durur.
Bir rüzgâr esti mi hilal kurtulur,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Bin çiçek açıyor biri soldukça,
Daha da gürleşir küfür yoldukça.
Yer yüzünde tek ülkücü kaldıkça,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Değiş-tokuş olur bir gün külâhlar!
Önünde eğilir bütün silâhlar.
Senin gardaş senin nurlu sabahlar,
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
Kâdir Mevlâm Başbuğ`umu sakla Sen!
Çilesini bu Arif`e yükle Sen!
Arif`in ömrünü Ona ekle Sen!
Ölmez bu hareket, ölmez bu dâvâ.
BEN BU DÜNYAYA HERKESİN İSTEDİGİ GİBİ BİRİ OLMAK İCİN GELMEDİM..
Benim Hayatımda İnsanların Çok Şansı Olmaz
Tek Yanlış Her Doğruyu Götürür...
Arkamdan Konuşanlar Sanmasınlar ki Duymuyorum.Yerin Kulağı Var. !
Her Canım Diyene Canımı Vermem..!
İnsanların Lafına Kanıp İnsan Harcamam..!
Kendim Görürüm Yanlışı Doğruyu..!
Benim Geldiğim Seviyeye Gelmeden,,Benim Çektiğim Acıyı Çekmeden,,Benim Gibi Tek Başına Ayakta Durmadan Eleştiri Yapana,,Burun Kıvırana Tek Bir Lafım Var
Kolaysa Sen Dur Dimdik Hayatta Kimseye Sırt Dayamadan Yaşa Aşkınla..!İşinle , Saygınla , Temiz Saf Yüreğinle..!
Hayatımın Hesabını Yanlızca Allah' a Veririm Kimseye Değil...